Cuma

Giriş

Bu şiir dosyası, "Soluk"un ardından gelen şiirlerden oluşuyor.
Şiirlerin büyük bir çoğunluğu daha önce kimi internet forumlarında, değişik sanal kimliklerimin imzası ile yayınlandı.

Hakan Akçura

acı yeşil

gözlerin acı yeşili
iz bırakır o sanısı
her zamana izin
vermeyen düş gibi
içimde sanki bir
alayı saklı ok esmer
tenimde o hiç olmadığı
bir oda içinde ve
siyah hep gözdesi
ama diyen sesin
her erkekten ona
ipi ayak altlarında titrek
tarazlı bir sirkte
germek yürümek
ateş saçlı gölgelerin
izin vermez düşlerine
gizli bir sorusu gibi gülüşünün
acı yeşili ve dedim ya
iz bırakan

03/05/2000

çağrı

zamanı çağırdığın
yatağın dört bir başı sen
olan mahmurluğunda
sevdim bir sonraki pencere
arasını bekler gibi
merakının dizgini
kılarak bedenimi akarak
nehir kıldığın o tutkun
ışığında kamaşan teni
iz bilerek şaşkın sesime
ve ummanın bilinemez
son cümlesini kokusu
giysim olan tütsü kılarak
içime sarıldım (ten
ötesi-berisi demeden
alır alacağını
verir kendini
kendim bildiğim
o yere) susmam
üç kanadını bildim
sırtımın ve yırtar
gibi boşluğu sevdim
parmak uçlarımla o
canlılığını ölüme
sunan evrilmen
kıvrılman açılman ve
kapanmanı bu kez
“kendime” der gibi hayata
ve bir sunak gibi törenimde

gel

17/02/2001

dilemma

bir parmağın hançeri yararsa zamanı
-kamaşır erkekliği bir dişinin bile-
adı dudak olan lekesi bir ömrün kirpiklerinin altında

ışığı sönen yanan deniz fenerleri gibi bir bedenle
ıslanır -adı "iç" olan ömrü bir seferin-
günaha sarılınır kir çekilir en temiz örtüsü denilerek bir hayatın

artık

her şey çile her şey tutam tutam dökülen saçlarıdır kederin
-giden çocuk bakar ve hep ağlar kahkahalarla yanarken gözbebekleri-

duramam göremem olamam kapıların ardı sıra kapanır gibi açılışında
o keyfin dokunulmazlığında hep bir şaka var
oyun odaları tutsak otel balkonları puslu
unutmak hiç olmadığı kadar yakın hatırlamamıza bir bilinmeyeni

01/12/2001

düş

çıplak yattım. serindi odam. serindi yorganımın içi. serindi ışığı yıldızlarımın. serindim.

kıvrıldım cenin gibi. iki elim bileğinden kıvrık, verdiği huzura bir kez daha şaşırtarak, yapıştı göğüslerime.

önce bir saçın kokusunu çektim, sonra düştüm içime:

ceylan yaklaştı ve yaladı beni.

kayalıklarda kekik topladım. gökyüzü neden bu kadar alçak bugün, diye düşündüm.

kiremit tozlarıyla tıkalıydı gözeneklerim. sürtündüğüm evi aradım. buldum. yürüdüm. kapısını ittim. (sıcak bir mavi.) duvarlarına bir kere daha sürtündüm. sıcaktı.

orta parmağımı üçüncü gözüme soktum. kanadım. aktım boşluğa, bedenimden aşağı, karnımdan kasıklarıma, yere... adımım kan. görüm açıldı. puma oldum alçaldım. duvarın ardında aynı soru asılıydı: neden bu kadar alçak bugün gökyüzü?

pervasızca işedi puma bedenim. kan seyreldi. yürüdüm. duvar geçirgendi.

11/04/02

yor

ağrıyor. yüzülmüş derisini özlüyor kafatasım.

kokuyor. en çok mezar yerleri... uzun sohbetlerimiz.

akıyor. elim paramparça, yastık yüzleri ıslak. kabusa uyanmak yorucu.

emiyor. kıvrılmış kaplan derisi bir rahimde, dudakları kuru sevgilim.

batıyor. gece gibi bir güneş. hayatın özgür ışığında aşk.

24/04/02

sarmal

bu suda garip bir tad var.
içim serinlemiyor.
(terinle sarmaş dolaş uyuduğumuz her gecede; dönüp dönüp "ağlıyor musun sen!" deyişimde...)
köpekler geçiyor düşlerimden, bir bahçe, bir çürük, bir yara gözüm gibi sevdiğim.
sırtım, içinde boya akan bir vadi.
bir odadayım. penceresi göğsüm, bembeyaz bir duvara sürtünürüm.
damla damla izindeyim. sarmalı büyür dansımın, köpürür terimden tahtalar.
gece fısıldar meramını, ona döner, bırakırım en dolu boşluğa gebe...

susadığım yarayı hançer dilimle açar, bir metali içerim.

25/04/02

gittikçe

önümden ardımdan hızla geçen kalabalıklar yol verişim herkese nemi alınmış kuru yüzleri erkeklerin korkak sevgileriyle -herkesin bir şeyler aramışlığı vardır yerlerde- kaybedenler sırtların birer birer yarıldığını görüyorum kürek kemiklerinin dibinden fırlayan güdük kanatları koparan çiçek sapları kokusu yosun bir su -öğrenmek bir "seni seviyorum"un ardından yüreğine kurşun sıkabilen dudakları- kırdıkça çoğalan bardaklarım büyüdükçe atan nabzı yavaşlayan kasıklarım -bir düşün bozkırında yüz elli dört ter içinde atı okşamak teker teker- balkonuma uzanan elleri gecenin şarkısı mırıldanılan ışığı beyaz merdivenlerinde bir esintisiyle esmer bedenin çocuk günlerim gözlerim kapalı soluk vererek -ruhu elimdeki (acıtan) taşa kadar fırlayan- dibini görebildiğim uçurumlarımdı şefkatle büyütürken kanatlarımın masal sözcüklerini

02/05/02

miskince

balık gözleriyle çevremde koşuşan bedenlerinin tek bir kası bile "hayata layık" davranmayan bu kalabalığın ortasında parmağımı soktuğum omur çukurlarında kara ilik izlerinden ötesini bulamadıklarımın pencere açık mı kapalı mı karşılarındaki kadının dil haznesi gamzeleri her ışıkta ne der, ne ister bilmeyenlerin yanında miskinim

15/05/02

yeşil

nasıl da yeşil oturduğunda seyiren dizkapakları sokak boyu yere serilen geceye basarak yürüdüğümde fısıldayışın: en koktuğu yerden üzüldüğün kısa saç diplerini içip de balkon demirlerine geniş bileklerimle tutunup -kendimi atamayıp da aşağı- sallanıp üşüyen bedenimden geriye nasıl da yeşil koltuklarımı yakan tütsülü yara yerleri kıpkırmızı kaşıntılarım acılarım oyuncak bebekler bir çocuk geçmişten -uyanamayıp- döküldüğüm şarap derelerinden -bir gecenin tam ortası- uyanıp da yaldızı elimi tarazlayan bir teni akıtarak o ağır suyun içinde -en iyi tanımım- kaygan ve eski sırtımda dere ağızları açılıp alırken düşünü rahmime yemyeşil büyütmek için

23/05/02

diyarbakır

gittikçe seyrelen özel haki yılanlar sokaklarda kan kusan penisleriyle ellerini uzattıkları her işporta tezgahında gururla bakmanın öğrencisi bir çift erkek gözü omuzlarımı yırta yırta bana yol açan boşluğundan sızıp şehrin kalan on beş keldani on beş süryani ailesinin mardin'den işlenip boyanıp gelen kumaş resimleriyle bir yaldızlı resmi sahneye dönüşen oturtularak duvarlara gömülen erkek ve kadın bedenlerinin kokusuyla sarhoş yürüyüp de artık olmayan kahvehanelerin olmayan kalabalık sohbetlerinin ıssızlığından tırmanıp bir kız ordusu -ingilizce bilir özel liseleri oraların- umutlarıyla ovalara dalıp ne kolay atlanır ne zor bu yumuşak ama ırzına geçilmiş gökyüzüne ve ölünür ölmezmiş gibi hiç bilmek ve resmetmek şiddetin her biçimini acı çay tadında bir soru sağnağı ellerin zarif eğlenceli çocuk bedenleriyle avlusu üç dört bej yelekli özel korumanın haddini bildiren ama artık zaman geçti su yürüdü bilen gözlerine

gece (diyarbakır)

nasıl deli bir gece mavisi nasıl koyu bir kan nasıl zifir kara gözlerin nasıl beceriksizce bir kadın işvesi -sönen yanıbaşında- nasıl bayılışın ibrikten dökülen zehir gibi bana nasıl korku nasıl unutuş nasıl paramparça bir oda öyküsü bilinmeyen bir geçmişten hançereme dolan ve davet nasıl bir türlü sahiplenilmeyen kınından çıkarılmadan nasıl bir uyku –yayılsın dediğin kara rüzgarın mutsuz çırılçıplak kalbinin kabulü ölüme benzeyen-

kahta ve dağ

kıvrak sür bekle dinle katıl zarif ol akşamın dibine sür ve anlat biz allahı severiz onlar korkar bir süryani gizeminin özünde halay çekenlerin izini bırakıp düşeni bırakıp yokolacağa bakıp bilip neredeyse her şeyi sür her tanrının yüzü biz olan yontusu yakarken elimizi ve inanamazken zamanı mekanı taşı toprağı böylesi kullanan bir dili çoktan unutmuşluğumuzla tırmana tırmana ayrı tutarak bedenlerimizi birbirimizden özellikle ürkermiş gibi oyunu sır cümleyi ağu kılan bir boşlukta sür

halfeti

kuru mu kuru sıcak her çocuğun bir öyküsü var anlatılacak kadının sokağın taşın çiçeğin sızlayan renkleri suyun dibine itilen evlerin fıstık bahçelerinin onlara yani doksan metre dibine gölün takılı kalan yaşlı gözlerin sesi: çalıştım yıllarca onlarca ağaç diktim çocuklarıma paylaştırdım ama hepsi artık orada safran sarısı kan döker içimiz

urfa

tütün çiğneyen dudakları güneş prensesinin gözkapakları düşen bir işve şeyh öyküleri çarpık bedenli esir balıkların su bataklık koltuk döşemesinden çarşaflar ateşin düştüğü yerde su olmak ayak kokusu –her saklayışın her itirafın dokusu- her an üzerine düşebilecek çatıları evlerin her an sönebilecek bir güneş her an vurulabilecek bedenim zehir zıkkım mırra tükürerek bir lanetin yüzüne odalara tıkılmışlığımız genç oğlanlar yerine güzel insanın memleketi olmaz yetinişinde dilini arayan türküler ve saklı egemen sahip güçlerini hep hissettirmenin buğusuyla sarılı gecelerde surları her pencerenin önünde ve ardında soluk alan bir kentte tehlikeyle sevişmek sahipsizliğinden kapılır gibi ona -gibisiz-

harran

kokarca kokulu üzerlikler ellerinde sarı yeşil gözlü oğlan çocuğu nurten ve her kenti açan anahtarı -simsiyah- üç parça kırık bir tabut gibi ısınırken tozu burnumda tüten iki üç doğanın yuva bildiği kulelerin dibine gömüp çıkarıp lanetlerimi sürreel bir fayton yaklaşır alır iyiniyetli oryantalleri vali istemiş bir fotoğraf çekimi olur musunuz model fıssss kanat yırtıkları minik bir zümrüt kuşunun damlata damlata dehlize –yine kan- tüneli bol ve tam bin beş yüz tuğla ile serin bir mezar kılınan o uçsuz bucaksız hiçliğin sorusunu dikerken gözbebeklerim

mardin

ne güzel dedin basamaklara gururla yayılan güçlü bacaklarının üzerinden ve gülümseyerek gece konuklarına biz uyumayız ki hiç arap ibrişimleri -yüzümde ıslak dili ejderhanın ve rahme el uzatışım içişim akan ağuyu- rüzgarı bol bırakıp da gitmesi çok zor kentin asil kadınları iterken ışığı güneşten -uzanan- dudak kıvrımları pençe tadında bir ağdalı kökü meyan ve halil bir hiddet aşkımın aşka tortu katan oda oda boş bırakılan manastır vitrinlerde yere bezeli mermerlere metalle işlemek sevginin öyküsünü ve sıçrar içim içimden öteye inerken o yamaçtan el izim su köküm çılgınlığım bilge bir zamanın ellerinde suriye yakın biz uzak bir mezopotamya krallığı

hasankeyf

bir kartvizit: genç yerel rehber on yaşında bir tepeye kurulu terketmeyişi ile anlamlı evin sevgiyle ilgili sorulan hiçbir soruyu anlamlı bulmayan reddedişi ile adım başı körpe kılavuz bir ter kokusuyla basıp kaydığın her çok ayak görmüş taşın göğüs kafesimden küçük hayallerimizden büyük taş kalesinin görkemini ne yapsak da tüketsek şımarıklığıyla suçlu ellerimiz görmeyen duymayan umursamayan zihinlerimiz masal bilmez bir savaş cümlesiyle yenikken ben gülmen

14/06/02

karıncalar ve jöle

kafatasım ağır bir kabuk soyunuk bedenler giyinik ruhlar geceler boyu karanlık denizlerin yorgun ve paslı gemileriyle yankısı başıma düşen başımı saran başımda saltanatını süren köprülerde karıncalar adım başı jöle gibi cıvık ve ağrılı beynimde geziyor çakıl taşları dökülen kalbimize tüylü bacaklarıyla her an her kıvrımı ağzında tek sıra yol boyu üç yüz elli beş küçük gövde gözkapaklarımdan aşağıya düşmekte ışığıyla kara damlamın kırık camlar üzerinde çırılçıplak yürüyen bir bulutum uykuyu çağıran

17/07/02

baraküda

gri mavi bir zeminde açıldı manolyam hep açık kaldı. siyahtı içi tenimin. dışı bir baraküda. ön dişlerine güvenen, gözüne güvenen -en loş karanlıkta-, hızına, kıvraklığına. koparır gibiydi geceyi bedenim, ardı ardına patlayan o uzak şimşek kızıllığında... şavkıyandım, yansıtandım, sakindim, akandım, yayılandım birden fazla örtüsüne gecenin, yoluna, birden fazla kokusuna. gözbebeklerimde -büyüyen- sırrımı gördüler; bilemediler sırrım keskinliği idi çıplaklığımın. kapkara (yeşil ışıklı).

30/09/02

kemik

ten açtı içi su dolu bir hazneyi
koku savruldu akan akmakta
şiştikçe kapanan gözleri hazzın sapsarı
serinlik kemiğim dilim özgür bir yüzleşmenin
derin mi derin kederi isterim der kadınım
şefkatle kapandıkça bedenim sırtı açık yolalır
her tüyünü en dibinden dişler gibi rüzgarda bıçak
pulları sırtımın ve seyrederim düğüm
ömür düğüm bedel düğüm hediyemin ter içindeliği

30/09/02

kırlangıç balığı

ensemden kuyruk sokumuna kadar ateş kırmızıyım. kanatlıyım. küçük hafif kanatlar; uçmaktan çok dansıma yarıyor.

avcıyım. (küçük mü küçük bir fare salonumda cirit atıyor. ailesi kayıp. aç. öldürülecek.)

alnımın ortasında buz mavisi bir göz var. en incesinden kuvars kristali. ışıyor sönük. gözlerim kapalı.

siyahım ateş kırmızısına örtü. siyahım uçup giden zamansızlık duygusu. siyahım mekanımın tütsü (gincko bloba) kokan ayin rengi.

saçlarım gümüş ve canlı bir küçük hayvan gibi kabarıp ortada toplanıyor, şövalye miğferlerinin tepeüstü bıçakları, punk delikanlılar, kirpiler, aslan yeleleri kıskanıyor.

ayaklarım bir ceylan gibi sürtünüyor tahtalara. çıkan ses fısıltı, çıkan ses bir katilin temkini, çıkan ses bir sevgiliyi uyandırmadan öpmek.

boynum kıvranan bir ağaç (karaçam), göğsüm tam da gövdesi kırlangıç balığının (kaçan gümüşlerin ardından çıkıp giriyor suya kanatlarım).

kasıklarım lacivert, penisim su içi rüzgarlarında (akıntı) salınan deniz hıyarı (karanlık bordo), deniz yıldızı hayalarım.

bacaklarım fısıldayan ayaklarıma koruyucu, aygır.

soluyorum.

01/10/02

satranç oynayan muzip atmaca

kuzgun siyahiydi tüylerim. uçurum kenarındaydım. önümde bir büyük satranç tahtası, pençelerimle hamle yapıyordum. arada dönüp de baktığım uçurum -beyaz kayalıkların her dalgayla tuzlanan ıslak bedenleri- martıların, tilkilerin, tavşanların, tarla farelerinin cirit attığı av alanım. tokum. ama hazmettiğim, güçlendiğim, gözlerimin seçici radarlarını -odaklanabilir parlak ve sakin parabolik merceklerim- açtığım zamanlar. kuzgun siyahi tüylerim soluk alıyor rüzgarda. hamlem ingiliz açılışının fischer 66 ekim varyantının 23. hamlesi.

02/10/02

mavi ışık

görüntünün bir kimyası vardır göz için.
zamanın da, mekanın da, durumun da...

rengarenk bir tünelde akabilirsiniz çevrenizdeki her şeyin canlı bir resme dönüştügünü hissettiğinizde...

ışık olabilirsiniz.

mavi bir ışık da...

kömür karası dost gözler, kanında eskimoların gezdiği üzgün erkek bedenleri, bir erkekle ilk kez tüm bedenini açarak sevişmenin belleksizliğiyle yorgun kadınlar gezer kimi diyaloglarda. kimileri arar, sorar, seslenir. dışarda biri birini kovalar.

o tünelde giderek etkisi artan mavi bir ışıksınız dansınızda.

hiç hedeflenmeyen, hiç fethedilmeyen, hiç sahiplenmeyen bir hızdır bu. yol yol kokar sızısının tadı. hafiflersiniz.

gecede ay büyür, akarsınız.

aktım.

07/10/02

kâm

1.

elim başının üzerinden -açık ayası kutsarken seni-
bıçak iziyle kanayan rüzgarım ve serin mi serin bir sokak arası gibi
üşüdün
kıvrandık yere yakın
seni senden bilmeyi öğrenirken ısındım senle soğudum
senle


2.

açıldı yol -nasıl da kırık bir hazırlığı vazgeçişe
hayır: nasıl da hazır kırıklığına vazgeçişin-
bedenine
elim el gibi- hayvanı pençemin
sen ölümsüz bir davet
hep bilinen bir gizi suretini verdiğim bedenin


3.

am kokan sedirlerin prensesi
-kül yutmuş çocuk yüzleri
ırzına geçilen orman cinleri
üşüyen ayaklarımız-
her farkedişimiz her anın sorusunu ulayıp da
bedeni çelikle bölünen bir balığın -sanki-
bilmez ölü gözleri
ateş en çok tenin: soyun


4.

tenini soysam
ısırsam
tenini mızrak dilimle yarsam enine
kanasan -ruhun bir hediye-
isteğinin en çok bilmediğin cevabı elinde
"yağ satarım bal satarım"
gördüğün dibimin silkelendikçe varolan kapısı
-varışıdır kâm edilesi bir yudumun doldurdukça
boşaltan- (senin için akan) yarası


5.


itsen beni
(itemesen)
aksan içime dibinden gözbebeklerinin (bordo) -tam boynumdan-
(akamasan)
şaşırsan sarmana şaşırarak en çok ve sarıldığın
bir ağaç mı "canım" boşluğun hiç bilmediğin bir
-kan dökülesi- yemini mi bilemeden "çocuğum"
doğursam
doğurmalıyım
doğuracağım
rahmime kuvvet -düşüm düşüm düşüm-
eridiğim uzun tütsüsü dudaklarının bir gecenin her rengi
karayız sırtımızda kamçı izleri


6.

uyanması ilgilendirir bir adamı bir geceden
dizimin en dar renginden -titredim-
bilemeden -fısıltı en çok cümlesinde güzel-
kokladığım bir duvar serinliği
bilemem
bildiğini



7.

bedenim dönme dolap atlı karınca dev aynası
saçlarının dibinde: terket -n'olur-
sorularıyla (abla kıldığın hatırla esmer ve bir kent)
gecelerde çenene dokunan ellerin
akıyoruz bir adam ve bir adam -ben-
içtiğim en güzel şerbet: dinle (şimşek bir yatak
harlı bir soluk her demi o karnın yükselişinin bil)
kutsayan elimi cebime soktum
elinin ayasıyla var
bir damar (narın çekirdeği)

10/10/02

gülümseyerek

tokatlıyordum yanaklarımı. çıplaktım. tenim şunları tattı son yarım saatte: naylon torba, pamuklu kanepe örtüsü, kırık cam, toprak (saksı), mandalina kabuğu, sigara pakedi jelatini, viski şişesi kapağı metali, tarayıcı aç düğmesi (yeşil), ayna kenarı -içiyorum kanımı hala-, buz, bir metal heykelin karartılmış göğüs kemiği (aslında bir balta).

13/10/02

pan

kokumu tenime hapsetmeliyim. dokuma. kasıma. kemiğime. kentteyim, unutmamalıyım.

gözlerimin ışığını söndürmeliyim. onlar en vahşi ormanların en aydınlık yapraklarına pencere, her sıcak soluğuna yaban domuzlarının.

hızımı yavaşlatmalıyım. aynı an içinde ve tek el ile, kuru bir dudağı kendi tükürüğü ile ıslatmayı, kasıkları en kuru ve ürkek yerinden sırılsıklam açmayı, omur düğümlerini teker teker aralamayı, bir baldırın yüzlerce kuytusundan fırlayan sinir uçlarıyla tanıştırmanın olanaklı olduğunu göstermemeliyim. yavaşlamalıyım.

dansımın gücü ile, teninden girebileceğimi, ruhunu içebileceğimi, boşluk bırakmayabileceğimi, ezip geçebileceğimi, onu kamaşmış ve mutlu bir ceset olarak bırakabileceğimi hissetmemeli.

hapsettim.

unutmadım.

söndürdüm.

yavaşladım.

göstermedim.

hissetmedi.

16/10/02

dip

duvarı yaran sesim yine ergen çatlaklığıyla... sesimi kesen ne!?

satenine dokunup da kozamın -kara bir ayin gibi- uykuma düşerken mi öpeceksin hep beni! günlerdir dikiş izlerinden yaladığım o dudakların, ruhun, gözkapakların ekşidikçe tırnak içlerim, ekşidikçe küçük dilim, ekşidikçe damlamam içine!

metal klipsleri yaranın, kamaşması ok kirpiklerinin -nasıl da su içindeyken saç diplerin o kaygan kuruluğunu korur bedenin-, belimdeki kara çürük, yokluğunda akan mavi beyaz ışığı televizyonumun, sokak aralarında çöp torbalarını açıp da bakanların artık sadece düşkünler olmaması, geçen öğlen lokantada yanımdaki masada birbirine koyu bir eğilişle fısıldaşan o iki fanatik (-kurtardııın mı? -selçuk abi yardım etti! arayayım mı? -dur ben arayayım.... selçuk abi sağol diyor sana arap! aşkı mı?! anlamadım. anladım. tamam abi. sağlığın senin... benim de... tamam. söylerim. merak etme. -der ki, değişti her şey. ve arap'a söyle, onun yanlışı aşkından. aşkını düzeltsin! -ben de değiştim. - kazandibi yer misin? ne istersen ye. rahat ol.), öldürülmem!

neden çok seviyorum ben mahler'i! neden göbeğinden kuyruk sokumuna kadar defalarca bata çıka seni yalayıp öldürmeyi! gözlerine baka yana yüzdüğüm nehrinde en sarsak uçan en hızlı dirimsin; ben balçık, ben mezarı yerkürenin en ateşli öğütlerinin. ben rahim. kazındıkça doğuran!

16/10/02

ölüm ve şimşek

ayaklarım bir ölü bedenin ısıttığı zemine basıyor. tabanlarım sıcak. tenim kuru. karşımda yaşlı bir kadın. içi ağlarken kan, gözbebeklerinin dibinden gülerek genç kızlığını anlatıyor. elleri yeşil. içimde ürperen bir kırlangıç var.

bir başka kadın eliyle tam da ısınan tabanlarımı göstere göstere, ölü bir bedenin bir beyaz kurdela gibi evi nasıl dolaştığını anlatıyor. kadının sureti kül. kaşı atmaca. rahmi boş.

bir başka kadın yüreklerimizin dibine bağdaş kurmuş oturuyor üçümüzün. siyah bir bilge nefesi var. o ölü bedeni hâlâ gören sadece o. sırtım ürperen kırlangıcın kanadı oluyor, üşüyor, ağrıyor.

gece sokak. gece çürüyen beden kokusu. gece dostum deniz. gece yakınlardaki kadınlar. gece bana bedenini boylu boyunca açan bir kadeh (işveli, tortulu, çıplak).

şimşek de içimde, ölüm de! dostum kendimle.

25/10/02